Doğada tek başına mı yoksa grup halinde yürüyüş yapmak mı? Ben şahsen doğada tek başına vakit geçirmeyi kendine kültür haline getirmiş kişilerdenim. Çok sık olmamakla beraber sevdiğim insanlarla ve dostlarımla bir gruba dahil olup yürümek veya kamp atmak da bana keyif verir ama seçimim çoğunlukla yalnız yola çıkmaktır. Neden mi?
Bunun üzerine sayfalarca yazı yazabilirim ama meraklısı için tek başına ve grup halinde yürümenin artıları ve eksileri üzerine iki seriden oluşan bir yazı hazırladım. İlk önce bana göre en önemli olanını yazarak başlıyayım. Tek başına doğa yürüyüşünün güvenlik açısından sağlam bir temele oturan tek sakıncası yardım alma zorluğudur. Eğer herhangi bir nedenle yaralanırsanız, size yardım elini uzatacak hiç kimse olmaz. Çok basit bir yaralanmadan çok trajik sonuçlar doğabilir. Oysa grup yürüyüşlerinde bir arkadaşınız gidip yardım getirebilir, ilk yardımı yapabilir. Solo yürüyüşün bu sakıncasından kurtulmanın tek yolu ise, yeterli beceri ve deneyime sahip olmak ve sınırlarını bilip gereksiz risk almamaktır.
Grup yürüyüşünde yükü paylaşma şansınız vardır. Siz çadırı almışsanız, arkadaşınız mutfak malzemelerini alabilir. Diğer bir arkadaşınız ise ilk yardım çantasını taşıyabilir. Bunun gibi bir sürü görev dağılımı yapabilirsiniz. Solo yürüyüşte ise, ihtiyacınız olan malzemeleri taşıyacak sizden başka hiç kimse yoktur. Her şeyi tek başınıza taşırsınız. Zaten Ultralight Backpacking akımı bu soruna bir çare olarak ortaya çıkmıştır. Ben de Likya Yolu yürüyüşüm için bu akımdan fazlasıyla yararlandığı söyleyebilirim.
Hem hayvanların hem insanların kalabalık gruplara saldırdıkları pek görülmez. Her ikisi de genelde yalnız insanlara ya da çok küçük guruplara saldırır. Yanlış anlaşılmak istemem fakat bu bağlamdan insanı ve hayvanı birbirinden ayıramayacağımı hoşgörünüze sığınarak belirtmek isterim. Burada hatırlatmak istediğim bir diğer konu ise, bunlar çok ender görülen saldırılardır ve başınıza gelme ihtimali yok denecek kadar azdır. Bunun birinci nedeni, yırtıcıların sadece kendilerini tehlike altında hissetmeleri durumunda insanlara saldırmaları, onun dışında insanlardan uzak durmak için ellerinden geleni yaparlar. İkincisi ise, maalesef ülkemizde belirli birkaç bölge dışında neredeyse hiç büyük yırtıcı kalmamasıdır.
Ülkemizde birkaç bölge dışında neredeyse hiç yırtıcı kalmadı.
İnsan saldırılarına gelince, doğa yürüyüşleri, suç oranının neredeyse sıfır olduğu kırsal kesimlerde yapılır ve bu nedenle başa gelme ihtimali yok denecek kadar azdır. Örnek vermek gerekirse Likya Yolu neredeyse 20 yıllık ve her yıl ortalama 30 bin yerli yabancı insan bu yolu yürüyor. Bugüne kadar hiçbir hayvan saldırısı görülmemiş. İnsanların yaptığı saldırı türleri ise ya kadınlara sözlü taciz şeklinde olmuş ya da para gasp etmek suretiyle gerçekleşmiş. Onların sayısı da son derece az.
Sizlere biraz da psikolojik olan yalnızlık konusundan bahsedeceğim. İnsan sosyal bir varlıktır ve yalnızlık onun doğasına aykırıdır. Bu nedenle diğer insanlardan izole olmak, özellikle uzun süreli yürüyüşlerde büyük baskı oluşturur. Bir yazıda okumuştum 3518 kilometrelik Appalachian Trail’i solo olarak yürümek için yola çıkıp yarıda bırakanlar, ezici bir çoğunlukla bunun nedenini “yalnızlığın getirdiği baskıya dayanamamak” olarak ifade etmişlerdir. Solo yürüyüşlerde ve özellikle Likya Yolu yürüyüşünde benim de açıkçası fiziksel zorlanmadan çok en fazla zorlandığım ve baskı altında kaldığım konu bu olmuştu. Bir müddet sonra, yalnızlık çok ciddi bir baskı unsuru olabiliyor. Adeta gelip geçen bir sara nöbeti gibi… Bir an geliyor her şey anlamsızlaşıyor. “Benim ne işim var burada? Dön git evine” duygusuna kapıldığımı hiç unutmuyorum. Özellikle o gün kötü bir yürüyüş olduysa. Mesela üşümüşsem, ıslanmışsam, yanlış yola girip kilometrelerce yolu tekrar geri yürümek zorunda kalmışsam ciddi psikolojik bir baskı altın girdiğimi, moralimin çok bozulduğunu iyi hatırlıyorum. Bu nöbetler, yürüyüş süresi uzadıkça sıklaşıyor ve bu nöbet hallerini tek başınıza atlatmak zorunda kalıyorsunuz. Oysa grup yürüyüşlerinde çevrenizde “Hadi aslanım, hadi koçum, sen yaparsın bunu” diyerek size moral verecek arkadaşlarınız oluyor.
İşin özü bana göre, ilk yazımda anlatmaya çalıştığım solo yürüyüşün artıları eksilerinden daha fazla. Tek başına yürüyüş ile alakalı olarak güvenlik kaygıları genelde sağlam temellere dayanmaz ancak bunun yanında size muhteşem bir özgürlük ve bağımsızlık alanı sağlar. Kötü geçen bir günün ardından, sabah erkenden kuş sesleri ile gözünüzü açıp, çadırın fermuarını aralayıp kafanızı dışarı çıkarttıktan sonra, ciğerlerinize çektiğiniz o havanın her şeyi bir anda önemsizleştirdiğini ve tamamen yenilendiğinizi hissediyor olmanız bir gün önce vermiş olduğunuz o psikolojik savaşı sizin kazandığınızın en büyük göstergesidir.
Her solo yürüyüşte güney kutbunu keşfe giden bir kaşif ya da okyanusa açılmış bir Kristof Kolomb olursunuz.
Son olarak her insanın içinde maceracı bir yön vardır. Bilinmeyenin cazibesine kapılır, merak eder, öğrenmek ister. Çünkü insan olmanın gereğidir bu. Bu maceracı ruh sayesinde yeni kıtalar keşfedildiğine inananlardanım ben de. Uzaya gittik ve okyanusların derinliklerine daldık. Her solo yürüyüş de büyük bir maceradır bence çünkü pek çok bilinmezlik içerir. Bu nedenle de heyecan vericidir. Kısacası her solo yürüyüşte siz de, güney kutbunu keşfe giden bir kaşif ya da okyanusa açılmış bir Kristof Kolomb olursunuz. Kendi kutbunuzu, kendi kıtalarınızı keşfedersiniz. Ve inanım bu size yaşadığınızı ve insan olduğunuzu hissettiren en güçlü duygudur… Tüm bunları yaparken doğanın bir parçası olduğumuzu, bu yollardan gelip geçen bir gezgin olduğumuzu, arkamızda bıraktıklarımızın bizden başka kimseye ait olmadığını lütfen unutmayalım.