20. yüzyılın başında Dr. Abraham Maslow ve devamında onun öğrencileri tarafından yapılan araştırmalarda, insan ruhunun muhtelif ihtiyaçları olduğu ve bu ihtiyaçların giderilmesinin insan mutluluğu ve motivasyonunu arttırdığı gözlemlenmiş.
Bu ihtiyaçlar basit ihtiyaçlardan komplike ihtiyaçlara doğru yükselen bir piramit şeklindedir. Kısaca özetlememiz gerekirse birinci tür ihtiyaçlar biyolojik ihtiyaçlardır ve ilk sırada beslenme ve barınma ihtiyacı gelir. Halen dünyada açlık sınırında yaşayan insan ve topluluklar varsa da bu ihtiyacın son yüzyılda önemli ölçüde giderildiğini söyleyebiliriz. Bu gruptan ikinci ihtiyaç korunma ihtiyacıdır. İnsanın avcı toplayıcı yaşam tarzından tarım üretimine geçmelerinden sonra ağırlıklı olarak ortaya çıkmıştır. Tarımın doğası gereği çok sayıda tekil aile bir arada yaşamaya başlamış, önce kabileler (aşiretler), sonra kavimler meydana gelmiştir. Bu toplulukların hem dış tehlikelerden korunması hem kendi aralarındaki sorunların çözümü hem de ürünlerin korunması (hırsızlık, sel, yangın vs.’ye karşı maddi korunma) için kabile reisleri ortaya çıkmıştır. Topluluklar büyüdükçe, krallar ve devletler bu koruma görevini üstlenmiştir. Bugün dünyada orta çağda olduğundan çok daha az kıtlık, salgın ve savaşlardan dolayı ölümler oluyor. Kişinin maddi durumunun ve işinin korunması da bu korunma ihtiyacı kapsamına giriyor ki günümüzde sosyal devlet anlayışı, sendikalar ve kooperatifler bu görevi yerine getiriyorlar.
İkinci ihtiyaç grubu psikolojik ihtiyaçlardır. Bu gruptaki ilk ve sıralamadaki üçüncü ihtiyaç “sahip olma” ihtiyacıdır. Bu ihtiyaç maddi olduğu kadar aile, arkadaşlık, sosyal çevre sahipliği gibi manevi ihtiyaçları da kapsar. İnsan ruhunun maddiyat konusundaki sınırsız doyumsuzluğu nedeniyle bu ihtiyaç insanlığın ekonomik zenginliğini yarattığı gibi yolsuzluklar, bitmeyen politik kavgalar, etnik grupların, mezheplerin ve devletlerin daha çok şeye sahip olmak, kendi aralarında üstünlük kurma çabaları ve tabii en kötüsü savaşlar ile insanlığın mahvına bile yol açabilir. Bu nedenle tüm semavi dinler, insanın nefsini kontrol etmesine, tevazuya, şükretmeye öğretilerinde büyük önem vermişlerdir.
Diğer psikolojik ihtiyaç, toplumda itibar görme ve mevki sahibi olma ihtiyacıdır. Buradan saygınlık, beğenilme anlaşılmaması gerektiğini özellikle belirtmek isterim. Parasal güç ve yönetimsel gücü ifade eder.
İlk iki grup ihtiyacın karşılanması, kısa süreli mutluluk ve motivasyon artışına yol açar, kısa sürede etkisini yitirir. Bunun neticesinde insan ruhu yeniden motive olmak için daha fazlasını talep edecektir. Daha iyi gıdalar, moda giysiler, spor arabalar, daha çok gelir, daha yüksek mevkiler vs. gibi. Modern pazarlama teknikleri tamamen insanın bu zaafının sömürülmesi üstüne kurulmuştur.
Üçüncü grup “gelişim” ihtiyaçlarıdır. İlki öğrenme, bilgilenme ve hayata anlam kazandırma ihtiyacıdır. Estetik ve sanat da bu gruba girer. İnsan ve toplumun gelişimini sağlayan, tüm bilimsel, teknik, sanatsal gelişimi sağlayan bu seviyedir. Medenileşmenin anasıdır.
Son seviye ise toplum tarafından sevilme, takdir edilme, saygı duyulma, örnek alınma ve topluma bir şeyler verme ihtiyacıdır.
“Gelişim” ihtiyaçlarının tatmini, hayatımıza anlam kazandırır, uzun süreli mutluluk ve motivasyon sağlar.
Gelişim ihtiyaçlarımızın tatmini, hayatımıza anlam, mutluluk ve motivasyon kazandırır.
Söz konusu araştırmanın en önemli bulgularından biri, bir ihtiyaç seviyesinden bir üsttekine çıkabilmek için insan ruhunun, alt seviyenin tamamen tatmin olmasına gerek duymamasıdır. Alt seviye asgari bir düzeyde tatmin olmuşsa ruhumuzu rahatlıkla üst seviyeye taşıyabiliriz. Biri diğerine mâni değil.
Bütün bunlardan şu varsayımı yapabiliriz. Gelişmekte olan ülkelerin ve tabii ülkemizin esas sorunu, ruhumuzu bu “gelişim” ihtiyacı seviyesine taşıyamamaktır. Bugün Türkiye’de 10 bin dolar gelirimiz var, yollarımız, köprülerimiz, otomobil, beyaz eşya, çelik vs. fabrikalarımız, modern hastanelerimiz vs. vs. var. Senede 100 binden fazla BMW, Mercedes, Audi vs. alacak paramız var. Modernleştik mi? Evet.
Medenileştik mi? Hayır. Gelişmiş ülke statüsünde miyiz? Hayır. Mutlu muyuz? Hayır. Kaçımız şu tür şeyleri merak ediyor: Gökyüzü neden mavi görünür? Patlıcan neden meyvedir? Plüton neden artık gezegen sayılmıyor?
Milli Eğitim Bakanlığı’nın 2018 bütçesi nedir? 10 yıllık bir perspektifte Avrupa şampiyonlar ligi ve UEFA liginde 1 puan almak veya 1 gol atmak için Fenerbahçe ve Galatasaray, Real Madrid ve Barselona’ya göre ne kadar para harcıyor? Bu sonuncusunu ben merak ettim ve araştırdım. Sonuç utanç verici. Biz önemli ölçüde, daha fazla harcıyoruz. Shakhtar, Monaco gibi yarışmacı takımlar ile olan menfi fark ise korkunç. Ama netice? Sıfır.
Kaçımız bunlar gibi günlük hayatımızdaki binlerce şeyin ve olayın nedenini merak ediyor, araştırıyor, öğreniyor? Toplum olarak asırlardır karnımızı doyurma, para kazanma ve mevki sahibi olma kısır döngüsünden bir türlü çıkamıyoruz. Orta gelir tuzağı denilen tam da bu. Biyolojik ve psikolojik ihtiyaçlarımızın tam tatmini tabiatımız gereği mümkün olmadığı için de bir türlü mutlu ve motive olamıyoruz. Ben biliyorum demenin gurur ve mutluluğunu yaşayamıyoruz. Bilgi hayata anlam kazandırır, karşılaştığımız olaylarda sebep sonuç ilişkisi kurabilmemizi sağlar.
Kaçımız günlük hayatımızdaki binlerce şeyin ve olayın nedenini merak ediyor, araştırıyor, öğreniyor?
Merak etmeye, sorgulamaya, araştırmaya, öğrenmeye ve bunu alışkanlık haline getirmeye başladığımız gün toplum olarak bir kuantum sıçraması yapacağız. Bilgi toplumunun özü bu. O zaman, bilim ve teknolojimiz de gelişecek, Nobel ödülü ve Olimpiyat madalyası sayılarımız da katlanarak artacak, uluslararası üne sahip rock gruplarımız ve artistlerimiz de olacak, otel fiyatlarımız da her şey dahil 25 Euro’dan, her şey hariç 250 Euro’ya çıkacak. Her dünya kupasına da katılıyor olacağız.
Merak etmeye, sorgulamaya, araştırmaya başladığımız gün toplum olarak kuantum sıçraması yapacağız.
Zihnimizde bu değişimi yapmak hem çok kolay hem çok zor. Başta skolastik ve sadece yarışmacı yetiştiren eğitim sistemimiz bu olgunun tam tersine çalışıyor. Alışkanlıklarımız, çevremiz, aileden gördüklerimiz, devlet yönetim tarzımız bu evrime karşı şuur altımızda görünmez duvarlar örüyor. Merak etmek, araştırmak, öğrenmek, doğrusunu ve iyisini yapmak yerine kolaycılık, palyatif çözümler, günü kurtarmak, sorunların çözümünü hep bir babadan beklemek (aile babamız, patronumuz, aşiret reisi, devlet baba) ve sızlanmak genel davranış biçimimiz.
Sigarayı bırakmak gibi, öncelikle eğitimli kesim bu sıçramayı beyninde kısa sürede yapabilir. Özellikle gençler, lütfen Facebook, Twitter ve Instagram’ın esiri olmayı bırakın ve her gün işimiz ile ilgili olsun veya olmasın bir şeyleri merak etmeye başlayın.