Bugün İstanbul’dan kaçacağım.
Evden hevesle çıkıp otoparka doğru adımlamaya başladığım anlarda, henüz uykuya doyamamış şehrin sessizliğinden dolayı nefeslerimi duyuyorum. Otomobilin sürücü kapısını içeriden kapattığımda, yan odada uyuyan bebek muamelesi yaptığım metropolü uyandırmak çekincesiyle, motoru çalıştırıyorum. Bugün İstanbul’dan kaçacağım. Bugün İstanbul’da yaşamak sanrısıyla geçirdiğimiz fakat gerçekte şehrin göze çarpmayan bir yerinde unutulduğumuz sıradan günlerden farklı olsun diye, İstanbul’dan kaçacağım. Fakat bu kaçış gazetelerin hafta sonu eklerine yakışacak birkaç yüz kilometrelik bir uzaklaşma değil, aksine, şehrin özüne yakınlaşma niteliğinde olacak.
Bu kaçış bir uzaklaşma değil,
aksine şehre yakınlaşma niteliğinde olacak.
Günlerini buzdolabı renkli filo otomobillerinin, ticari araçların ve metrobüslerin altında kalarak geçiren E5 karayolu bu saatlerde bambaşka görünüyor. Her bir sokak aydınlatması, bugünkü yol arkadaşım olan BMW X2’nin galvanik sarı renkli gövdesinde ışık şovları yapıp sahneyi komşu sokak aydınlatmasına bırakırken, kendimi şimdiden çok özgür hissediyorum.
Bugün sigorta şirketlerinin muhtemel dolu yağışı hakkında uyarı SMS’leri yolladığı, mahalle sakinlerininse otomobillerini kilimlerle korumaya çalıştığı ‘o gün’. Havadaki ağırlık kabine kadar girmeyi başarıyor ancak çok sevgili bir arkadaşla kahvaltıda buluşacak olmanın hafifliği içimi renklendiriyor.
Arkadaşımla tanışın: Yalçın Arsan. Kendisi eski otomotiv profesyoneli, yeni köylü. Ege kıyılarının sivri bir köşesinde inşa ettiği evi için ayırdığı zamanların dışında, günlerini İstanbul’da geçiriyor. Adını hepimizin çok iyi bildiği bir kahvecide oturmadan evvel kısa bir otomobil yolculuğu yapıyor ve uzun zamandır görüşmemiş olmanın verdiği plansızlıkla, her şeyden konuşmaya başlıyoruz.
Modern zamanların yerleşik değerlerimizi tüketme hızından, otomotiv sektörünün bugününden ve hatta Moda semtinin kira fiyatlarından dem vurduktan sonra konu kültür ve değerlere geliyor. Koca koca organizasyonlara danışmanlık hizmeti veren Yalçın abiye kültür kavramını bireyler ve bireylerden oluşan kurumlar için ne kadar önemli bulduğunu soruyorum. Bir saniye bile duraksamadan, beklediğimden daha kısa, net bir cevap veriyor: Kritik.
Kültür kavramının bireyler için olduğu kadar ürünler için de kritik olduğunu savunduktan sonra eğitmen gömleğimi istemsizce giyiyor ve arkadaşıma BMW X2’yi anlatmaya başlıyorum: 2016 yılının Paris Otomobil Fuarı’nda konsept olarak tanıtılan bu otomobilin en kayda değer yanı, tasarımcıların konsept hazırlarken sahip oldukları oyun alanını daraltmaksızın seri üretime geçmiş olması. Bir diğer deyişle, BMW X2 tasarımıyla sivrilmekten ve geldiği yeri vurgulamaktan çekinmeyen, cesur bir ürün. Markanın yetmişli yıllarda ürettiği coupe otomobillerinde kullanılmış ‘C direği logosu’nun onca sene sonra X2 ile geri dönmüş olmasında önemli bir mesaj gizli. Dahası, tasarımsal cesaretin ve BMW geleneklerinin sürüş özelliklerine yansıtılmış olduğunu da söylemeliyim (yazar arkadaşınız burada konuşur, konuşur ve konuşur…)
Konudan konuya atlıyor, masamızdaki kahveleri fikirlere dönüştürüyor ve hiç acele etmeden üç saat geçirdikten sonra ayrılıyoruz. Gündelik hayatımızda yer alan fakat rutinin baskısından dolayı durup iki dakika sohbet edemediğimiz nice kıymetlilerin hakkını veremeden geçen zamana gönül koyuyor ve Moda sokaklarını X2 ile keşfe çıkıyorum. Bu sürede bir kediyle, bir kitapçıyla ve emekli bir hanımefendi ile sohbet ediyor ve İstanbul’un ortasında, alıştığım İstanbul’dan arınarak dakikalar geçiriyorum.
Bilginin güncelliği bir bağımlılık mı yoksa ihtiyaç mı açıkçası bilmiyorum. Fakat öğle yemeği sonrasında kendimi Yeniköy kahvelerinden birinde eposta okurken bulduğum için asla şikayetçi değilim. Yeniköy günün bu saatlerinde sessizliği ve huzuruyla Cumhuriyet dönemi edebiyatında anlatıldığı gibi hissettiriyor. İşlerimi Yeniköy huzuruyla tamamlıyor ve sahil yolu boyunca kuzeye doğru ilerlemeye koyuluyorum.
Yazımın daha önceki bölümlerinde BMW X2’nin sadece tasarımıyla değil, sürüş özellikleriyle de markanın geleneklerine bağlı kaldığını ifade etmiştim. Günümün bir sonraki bölümünde bu durumun tadını çıkarmak ve otomobili çok sevdiğim Bahçeköy-Kemerburgaz orman yolunda deneyimlemek istiyorum. Unutulmaz sürüş maceralarımın birçoğuna zemin olan bu rota, gökyüzünden ormanın derinliklerine bırakmış dev bir çubuk makarna gibi yorulmaksınız kıvrılır ve böylece, benim gibi sürüş düşkünlerine oyun alanı olur. BMW X2’nin direksiyon, süspansiyon ve gaz pedalı gibi sürüşe dair bütün değişkenlerini Sport moduna alıyor ve her karışını ezbere bildiğim rotayı hızla geride bırakıyorum. Sürüş keyfinin artık önemsenmediğini düşünen gelenekçi otomobil severler bu deneyime eşlik etsin isterdim zira X2 yüksek gövdesini ustaca yönlendirirken fizik kurallarını manipüle ediyor ve göründüğünden çok daha sportif hissettiriyor.
Bahçeköy- Kemerburgaz orman yolu
unutulmaz sürüş maceralarına zemin olan bir rota.
Kaliteli bir sürüş deneyimi çok boyutlu ve yorucudur. Bu yüzden, ekranınızı süsleyen fotoğrafların hazırlığı için Karaköy’ün yolunu tuttuğumda, yorgunluğum ile fotoğrafların neye benzeyeceğine dair tahminler yürütmenin heyecanı çarpışıyor. Fotoğraf hazırlığı demişken, açıklayayım: Bu hikayede gördüğünüz tüm fotoğrafları 35mm film ile kaydettim. Bir diğer deyişle gördüğünüz fotoğraflar analog bir kamerayla çekildi ve eski günlerdeki gibi, kimyasalların içinde banyo edildikten sonra dijital dünyaya aktarıldı. BMW X2 gibi cesur bir otomobili riskli bir teknikle fotoğraflama düşüncesinin cazibesine kapılmam umarım gözlerinize iyi gelmiştir.
Karaköy’deki tarihi bir kiliseye kurulmuş çorbacıda hafif bir akşam yemeği için mola verdikten sonra, ağır bir trafiğin içine dalıyor ve evimin yolunu tutuyorum. Yolda, onlarca arka farın ardında hareketsiz beklerken, gündelik telaşelerimize kapılıp hızla geride bıraktığımız zamanda açılacak tek günlük bir paranteze ne çok şey sığabileceğini düşünüyorum. Dahası İstanbul’dan kaçmanın şehre sırt çevirmek anlamına gelmediğini doğrulamanın ve şehrin tam içinde zamanı yavaşlatabilmenin huzurunu duyuyorum.
Güne klasik müzikle başlayan kitapçılar, eski mahallelerin saygıdeğer emeklileri, sokak hayvanları, boş park yerleri, orman yolları, analog fotoğraf stüdyoları, tarihi yapılar ve en önemlisi kıymetli dostlarınız şehirde sizi bekliyor. Şehirden kaçın. Bulun onları!