Karakterlerle Buluşma

1828
Karakterlerle Buluşma

Perili Köşk’ün yedinci kat asansöründen telaşla çıkıyorum. Tüm çabama rağmen geciktim. Merdivenleri koşar adım çıkmamla sekizinci kattaki toplantı odasına ulaşmam bir oluyor. Hikayelerimin karakterleri çoktan gelmiş. Hasretle sarmaş dolaş oluyoruz. Dönence’den İdil ve Egemen, Hesap’tan Güzin ve Umut, Yılbaşı’ndan Ali ve Jozet, Bir Senfonidir Hayat’tan Ceyda ve Hakan, Sahaf’tan Arif Usta ve Destina, Poster’den Esin ve Özgür, Uyanış’tan Mahir ve Bade… Bir bir çıkıp gelmişler selüloz kokulu sayfalardan. Hepsinin gözlerinde tarif edilmez bir mutluluk ve bir o kadar da heyecan… Deri koltuklara oturarak metal masanın etrafına birer ikişer yerleşiyoruz.

“Telefonda anlattığım gibi. Merlin Hanım, yazarlık üzerine Borusan Turuncu için bir blog yazısı yazmamı rica etti. Ben de seve seve kabul ettim. Beni kırmayıp buralara kadar geldiniz. Çok teşekkür ediyorum.”

“Sana nasıl yardımcı olalım?” diye soruyor Sahaf Arif Usta.

“Arif Ustam, yazıyı bu sohbetin ardından tamamlamak istedim. En güzeli siz sorun ben cevaplayayım.”

İlk soru İdil’den geliyor. “Yazmaya nasıl başladın?”

İçimde saklı kalan yazma tutkum, profesyonel bir koçluk çalışması sürecinde, gün yüzüne çıkıverdi.

Dönence - Atakan Yıldırım

“Yazma tutkum çok eskilere dayanıyor. Ortaokul zamanımda yaşadığım komik olayları defterlere not ederdim. Bazen o notlar kısa hikayelere dönüşürdü. Üniversitede Edebiyat Fakültesi’nden arkadaşlarımın etkisi ile daha derli toplu hikayeler yazmaya başladım. Hikayelerimin bazıları öğrenci klüp dergilerinde yayınlandı. Sonra iş hayatı ile beraber bir sessizlik dönem başladı. İçimde saklı kalan yazma tutkum epey sonra, profesyonel bir koçluk çalışması sürecinde, gün yüzüne çıkıverdi. Sonra da her şey çorap söküğü gibi geldi. Önce Dönence ve sonra da Sahaf… Ve tabi ki sizler.”

Kısa bir sessizlikten yararlanan Bankacı Esin sorusunu soruveriyor: “Karakterleri nasıl yaratıyorsun?”

“Tek bir yerden beslenmiyorum elbette. Ancak en önemli unsur gözlem… Mesela bir bankanın reklam posterinde gördüğüm kadından yola çıkarak seni yarattım Esin. Posterde gördüğüm kişi benim için bir simadan ibaret idi tabi ki. Ancak o kişinin yaşadıklarını, umutlarını, acılarını ve mutluluklarını hayal etmeye başlayınca seni oluşturmaya başladım. Geriye de bir zanaatkar gibi yontmak kaldı.”

“Mühendis birinin yazı yazması zor olmuyor mu?” diye soruyor Ali.

Hikaye kurgusunu oluşturmak, bir mühendisin makina tasarlamasına çok benziyor.

Gülümsüyorum. “Bu soruyu ancak senden beklerdim Ali. Ne de olsa meslektaşız. Yazının edebi kalitesi tamamıyla yetenek ve emeğin birleşimi… Hikayenin kurgusunu oluşturmak ise bir mühendisin makina tasarlamasına çok benziyor. Kurgusu iyi bir hikayeden aldığın tat ile, başarılı bir tasarıma sahip makinadan aldığın verim eş değer.”

Müzisyen Ceyda atılıyor. “Ama o zaman her şeyi en baştan tasarlamış olmuyor musun? Bu da yazıyı tek düze hale getirmiyor mu?”

Kağıda dökülecek planlanmış içerik yazarken statik kalmıyor, dinamikleşiyor.

Sahaf - Atakan Yıldırım

“Hikayeyi kurguladıktan sonra aklımda hep bir son oluyor ama hikaye bittiğinde bambaşka sonlara varmış buluyorum kendimi. Kağıda dökülecek planlanmış içerik yazarken statik kalmıyor, dinamikleşiyor. Böyle olunca dönüp hikayenin kurgusunu tekrar gözden geçiriyorsun. Hikayenin kurgusu ile yazının yönü kendi içinde bir DNA sarmalı oluşturuyor. Bu iki unsurun etkileşimi de bu sarmalın nereye doğru ilerlediğini yani sonucu belirliyor. Bunun bendeki etkisi ise merak. Kafamdaki sonun gerçek son olamayacağını bilmek ben de derin bir merak duygusu uyandırıyor.”

“Yazarken duyguların bambaşka oluyor sanırım. Neler hissediyorsun?” diye soruyor Destina.

“En önemli his, bu dünyadan kopma hissi. Kurgunun ve karakterlerin arasında o kadar çok dolanıyorum ki, bu dünyadan kopup gidiyorum. Yazarken aklım hikayenin geçtiği dünyada kilitli kalıyor. Karakterlerin tüm yaşadıkları bedenimde ruh buluyor. Örneğin Sahaf’ın son bölümünü yazdığımda kendime bir iki gün gelememiştim. Kendi yazdığım hikayedeki karakterlerin başına gelenlere üzülecek kadar çok kaptırıyorum kendimi.”

“Ben de bir soru sorayım o zaman. Hikayelerinin geçtiği zamanı nasıl belirliyorsun?” diye soruyor Mimar Bade.

“En önemli kaynağım tarihi etkileyen önemli olayların geçtiği zamanlar. Biz olayları bütünsel bir tarih akışı içinde makro büyüklükte anlayabiliyoruz. Ama bu akış içinde olayların insanlar üzerindeki bireysel etkileri konusunda bildiklerimiz çok fazla değil. Bu sebeple, hikayelerimde tarihsel olayların karakterlere etkilerini anlamaya çalışıyorum.”

Konuşmalar bir müddet daha devam ettikten sonra sonlanıyor. Tekrar sarmaş dolaş olup bir sonraki buluşmaya kadar vedalaşıyoruz.

Perili Köşk’ün merdivenlerinden yavaş yavaş iniyorum. Yazacağım yazının detayları aklımda köşe kapmaca oynuyor.