Bir Hikâye Nasıl Başlar?

1124
Bir Hikâye Nasıl Başlar?

Bazen bir alıntı görüyoruz bir yerde, bir hikâyeden, nasıl da ilgimizi çekiyor, belki bize bizi anlatıyor. Bazen bir kitap görüyoruz raflarda, içini açıyoruz, arkasına bakıyoruz, belki bize dair bir şey var orada. Söylemek istediklerimiz, söyleyemediklerimiz bize bir mesafe dahilinde ulaşıyor, bir başkasının sözüyle. Hikâye, böyle bakıldığında kendimizle aramıza koyduğumuz biraz “büyük” bir mesafe… Bir kısmı bize dair ancak varlığı açısından bize uzak duran. Peki, bizim küçük hikâyelerimizin bir önemi yok mu? Bu hikâyeler yalnızca iç dünyamızın sessizliğinde mi yer buluyor?

Hikâyelerimizi oluşturan sözlerin söylenmeye ve duyulmaya ihtiyacı var. Sözün sese kavuşması, kendimizi ifade etmekte ya da başkasının ifadesini anlamamızda da önemli bir yerde duruyor. Söz, ne yazık ki söylenmedikçe unutulan, ifadeye kavuşmadıkça kendimize güvenimizi eksilten, zamanla hafızada bulanıklaşan, başkalaşan, ilk anılarımızın oluşmaya başladığı çocukluğumuzdan bugüne getirdiğimiz kendiliğimizin anahtarı…

Biz, Borusan Kocabıyık Vakfı olarak kendimize dair hikâyelerin başlangıcına odaklanan bir eğitim projesi başlatıyoruz. Bu projede hikâyeyi, kendini anlamanın ve ifade etmenin, kendi sesini duymanın, sesini başkalarına duyurmanın, başkalarının sözlerini, hikâyelerini ve seslerini duymanın, güveni geliştirmenin, en önemlisi farklı bir eğitim anlayışının zemini olarak kullanıyoruz. Önemsizmiş gibi, sıradanmış gibi, sorulmadıkça söylenmeyen hikâyelere pek de açık etmek istenilmeyen bir zamana, sözün artık ifadeye kavuştuğu çocukluk dönemine odaklanıyoruz. 

Bu nedenle, kendine, başkasına, dünyaya karşı merakın en yoğun olduğu dönem olan 7-9 yaş aralığındaki çocuklara, öncelikle varlığımızı sürdürdüğümüz Beyoğlu bölgesinde ulaşmayı hedefledik. Okul-dışı zamanlarını geçirebilecekleri, eğitimi her çocuk için farklı kılan hafta içi ve hafta sonu gerçekleştireceğimiz bir dizi oyun atölyesi planladık. 

Bir Hikâye Nasıl Başlar?

Bu projenin hikâyesi de böylelikle başladı; uzun dönem pandeminin kısıtlamaları altında okullarından, arkadaşları ve öğretmenleriyle kurdukları iletişimden uzak kalan çocuklarda yoğunlukla gözlemlenen anksiyete, duygulanım ve kaygı bozuklukları yaşandığını biliyorduk. Bir de Beyoğlu gerçeği vardı; yine o malum mesafeden kaynaklı olarak hikâyesi gayet renkli görünen semtin, karanlıkta kalan noktalarında yoğun göç alan bölgelerindeki okulları merkezimize aldık. Ama öncelikle biz, eğitim dediğimiz şeyi nasıl kavrıyorduk, çocuklara ne vaat ediyorduk, vizyonumuzu nasıl oluşturacaktık, bunları etraflıca konuşmamız gerekiyordu…

Dolaysız, özgürleştirici, hayale imkân tanıyan, bazen bir hayali gerçekleştirmeye yardımcı olan, sürdürülebilir, aktarılabilir, kategorileştirmeyen, farklı özellikleri tanıyan ve buna saygı duyan bir anlayış Borusan Kocabıyık Vakfı’nın eğitim çerçevesini belirleyen sınırlar olmalıydı. Eğitim örgün öğretimin dışına çıktığında, iletişimi daha sağlıklı, daha açık ve doğrudan kılan yapısıyla, isteğe ve rızaya bağlı olan ve bu ikisinin vazgeçilebilir olduğunu kabul eden, biçim vermeye çalışmayan, genelleştirmeyen, uzlaşmaya değil, anlamaya odaklanan bir perspektif sunmalıydı. Herhangi bir şeyi öğrenmemiz onu aynı zamanda keşfetmemiz anlamına gelmez mi? Öyleyse eğitim dediğimiz şeyi bir yolculuk olarak kavrayamaz mıyız ve bu yolculuk her bir kişi için, onun biricikliğini kavrayan, onun özelliklerine önem veren bir yapıda yeniden kurulamaz mı?

Çoğumuz ya duymuşuzdur ya şahit olmuşuzdur ya da bizzat yaşamışızdır. Okul öncesi bir yetenek, öğrenim dediğimiz sürece tâbi tutulduğunda genellikle körelir. Bu yetenek resimse örneğin, belirli kalıplara sokulmaya, müfredata uydurulmaya çalışılır; öğrenim öncesi o özgürlük alanı da sınırlar içinde daralmaya başlar, zayıflar, özgünlüğünü yitirir… Adeta o sözümüzü söyleme isteğinin hükmü küle dönmüş, o yanan ateşin üzerine su dökülmüştür. Eğitim oyunla birleştiğinde, kendini ve başkasını keşfetmeye yönelik merakın gelişmesine yardımcı olduğunda biricikleşir. Kavranması güç konular ancak gündelik hayatımızın örneklerinde can bulduğunda mesafeleri ortadan kaldırır ve nihayet kendilik dediğimiz alan önce kendi bakışımızda, daha sonra başkasının bakışında görülebilir olmamıza yol açar, bu da gayet önemli bir şeydir. 

Buna olanak sağlayan bir eğitim anlayışıyla biz, bu yıl atölyelerimizde duyguları ele alarak, alanında uzman eğitmenleri bu projeye davet ederek yalnızca Borusan Hikâye Evi’ne özel olarak tasarlanmış eğitim modülleri hazırladık: Sözün ve ifadenin gücünü tüm yıla yayılan bir programda sunabileceğimiz, büyük titizlikle ve akademik bir perspektifle kurulmuş, eğitimin oyunla iç içe geçtiği, plastik sanatlar, dans, müzik gibi pek çok disiplini kullanarak, çocukların kendilerini ifade etmelerine destek sağlamayı amaçlayan Borusan Hikâye Evi, Beyoğlu’nda öğrenim gören 7-9 yaş arası tüm çocukları hafta sonunda ve hafta içi okul zamanında eğitim/oyun atölyelerine davet ediyor.

Özgüvenin gelişmesine destek vermek eğitimin en önemli parçası bizim için, oyun oynayarak ifadelerini özgür kılmaya yardımcı olmak gelişimin ilk adımı… Aynı bölgede bulunan birbirinden farklı ailelere doğmuş, farklı ekonomik sınıflara mensup ama oyunda birleşen çocuklar Hikâye Evi’mizle ilk defa 23-31 Ocak arası ara tatilde tanıştılar. Yıl boyunca mantık ile duygunun geleneksel çatışmasından uzak, kendi hikâyelerini ortaya koyabilecekleri atölyelerde sözünü özgürce söyleyebilmenin, seslerini duyurabilmenin dünyasında kim bilir bizlere neler anlatacaklar…

Tabii ki Hikâye Evi’nin amacı yalnızca çocuklara eğitim atölyeleri sunmakla sınırlı değil… Geçtiğimiz yılın Kasım ayında başladığımız, Mayıs’ın sonuna kadar sürdürmeyi planladığımız ve şimdiye kadar pek çok oturumunu gerçekleştirdiğimiz buluşmalarımız var. Bu buluşmalarda öğretmenlerimize gidiyoruz; bulundukları okullarda mesai sonrası düzenli olarak yaptığımız derslerde çocuklar için yazılmış hikâyelerde ya da çocukların bizzat yazdıkları, anlattıkları hikâyelerde anlam, söylem, bağlam gibi aslında anlambilimin konusu olan, sosyal teorinin ağır meselelerine, okuma ve yazma eğitimi, aynı zamanda öğretmenlik deneyimi üzerinden bir yorum getiriyoruz. 

Çocukluğumuzda okuduğumuz masallardan yola çıkıyoruz bu çalışmalarda; bu masalların bize ne söylediği, söylerken ne yaptığı ve söylemekle ne yaptığı gibi konuları tartışıyor; oluşturulan dünyanın anlamı nerede ve ne şekilde var ettiğine odaklanıyoruz. Bir anlam zeminini arıyoruz, nerede ve nasıl oluştuğuna bir mikroskobun ucundan bakıyormuş gibi uzunca gözlerimizi gezdiriyoruz. Mesajını okuruna “sarsarak” veren klasik masalların korkutucu ve ayrıştırıcı dünyasından, dramatik anlatıların siyah ile beyazı keskin çizgilerle ayıran atmosferinden sıyrılıp, dramatik sonrası metinlerin, özellikle çocuk edebiyatı için üretilen hikâyelerin güzergâhlarına bakıyoruz. Kendi çocukluğumuzu hikâyeler üzerinden anlarken, bugünkü çocukların bize ne söylediğini, bizim onlara ne söylediğimizi düşünüyoruz. 

Ses temelli okuma öğretiminde, -önce harflerin sesleri ve sonra ses birleştirme aşamasında- anlamın nereye uçtuğunu arıyoruz. Çocukların okudukları hikâyeleri nasıl anladığına, nasıl kavramsallaştırdıklarına ve yorum yaptığına dair örnekleri paylaşırken hem öğretmen hem de geçmişin öğrencisi olarak kendi hikâyelerimize de değiniyor, bir çocuğun yalnızca yorumlarıyla değil, davranışlarıyla da ne söylemek, neyi anlatmak istediğini, anlatırken ne yaptığını ve anlatısının bizdeki etkilerini konuşuyoruz. Her okulda ayrı ayrı düzenlediğimiz Öğretmen Buluşmaları’nın bu kısmına geldiğimizde, bu yazıyı Borusan Hikâye Evi adına yazan, öğretmenlerimize bu oturumları veren ve bir akademisyen olarak çok uzun bir zamandır alanı anlambilim olan bana “siz herhalde ilkokulda çok çok iyi bir öğrenciydiniz” deniliyor; ben de tam o sırada kendi hikâyemden küçücük bir parça veriyorum: Ben, okumayı koca bir yıl boyunca sökemeyen, önlüğüne kırmızı kurdele iliştirilmeyen, ödevlerini anlamayan ve yapmayan, sorulan sorulara cevap veremeyen, tahtada tek ayak üzerinde dersler boyunca bekleyen, ailesinin sık sık okula çağrıldığı, öğretmenlerinin yaka silktiği, çevresinin geleceğinden umudunu kestiği “yaramaz” çocuk Evren. 

Bizim hikâyemiz hikâyelerle başlıyor; çünkü bu küçük hikâyede olduğu gibi, bir hikâyeyi duymak birbirimizi anlamamızı, ifade etmek kendimize güvenimizi sağlıyor. Hikâye Evi’nde her hikâyeye yer var, yeter ki bu zemin eğitimin önemli bir parçası ve destekleyicisi olarak görülsün, çocuklar özgürce kendilerini ifade edebilsin, bulundukları ortamda etiketlemeye değil anlamaya dair bir iletişim gelişebilsin. İşte biz, bunun için yola çıktık, büyük gibi gözüken mesafeler aşılabilsin diye…

Dr. Evren Barın Egrik
YAZAR HAKKINDA

Dr. Evren Barın Egrik

Dr. Evren Barın Egrik akademisyen ve Borusan Kocabıyık Vakfı bünyesinde çalışıyor. Yurtiçinde ve yurtdışında yayımlanmış pek çok akademik çalışması bulunuyor. İletişim ve anlambilimci. Akademik alanlarından en önem verdiği ise duygular sosyolojisi. “Şenbilim” dediği derslerini bolca güldürerek verir, öğrencileriyle gurur duyar.