Kritik Kararlar Alma Sanatı

3111
Kritik Kararlar Alma Sanatı

2000 yılında Avustralya’da Sydney’e olimpiyatlara gitmiştim. Şehrin meşhur plajı Bondi Beach’e dalga sörfü izlemeye gittiğimizi hatırlıyorum. Pasifik Okyanusu ozon tabakasındaki deliklere dikkat çekmek isteyen bir sürü simsiyah giyinmiş sörfçüyle dolup taşıyordu. Kocaman bir alanda denizin içinde yüzlerce simsiyah nokta… O manzarayı izlerken orada olup bitenlerin ne kadar da hayatın kendisini andırıyor olduğunu düşündüm.

Kimisi dalga olmadığı için öylece suyun yüzeyinde duruyordu. Yetenekli mi yeteneksiz mi anlayamıyorsunuz çünkü o şansı yakalayamamış. Kimi yerlerde dalga iyi ama sörfçüler paldır küldür düşüyorlar. Belli ki şansları iyi ama ya sörfü yeni öğreniyorlar ya da bu alanda yeteneksizler. Kimi yerlerde ise dalga iyi, sörfçü de işi biliyor. Onları seyretmesi büyük bir keyif. Hayatta başarılı olmak da aslında böyle bir şey: Hem sen iyi olacaksın hem doğru yerde olacaksın hem de şansın yaver gidecek.

Bununla beraber hayat sürekli bir akış içerisinde. Yeni başlayanlar zamanla öğreniyor. Dün dalga olmayan yerde, bugün dalga oluyor. Verdiğiniz hiçbir karar için o yaşadığınız an itibariyle yanlıştı veya doğruydu diyemiyorsunuz. 3 yıl sonra, 5 yıl sonra, 10 yıl sonra bir netice gerçekleşiyor ve sizin değerlendirmeniz de farklılaşıyor.

Hayat sürekli bir akış içerisinde

Günümüzde herkesin derdi, belirsizlik ortamında karar alma meselesi. Önümüzü göremiyoruz diye şikayet ediyoruz. Oysaki çağımızın değişmez bir gerçeği var. O da belki fazla klişe ama değişmeyen tek şeyin değişimin kendisi olduğu. O yüzden belirsizliğe çok takılmayın. Bırakın doğruyu yanlışı. Yolculuğunuzun yönüne, şekline, size haz verip vermediğine, fayda sağlayıp sağlamadığına odaklanın.

Bu düşünceler içinde hayatımı etkileyecek kritik kararları alırken benim pusulam hep şu iki nokta olmuştur:

Birincisi büyük resme odaklanmak. Büyük resimden kastım yolculuğunuz nereye gidiyor, yolculuğun sonu, hedefi ne? Sizin için, beraber yola çıktıklarınız için bu hedef anlamlı mı, heyecan verici mi, değer mi? Bunları öncelikle kafanızda canlandırabilmeniz gerekiyor. Bu söylendiği kadar kolay değil ama biraz tecrübe, biraz bilgi, biraz vizyon biraz da her üçünü sentezleyebilme becerisi çok işe yarıyor.

Hedefiniz anlamlı mı, heyecan verici mi,
değer mi?

İkincisi ise, kararlarınızı mutlaka bir referansa bağlamak. Referanstan kastım ise değerleriniz, etik anlayışınız, hayata bakışınız gibi daha kişisel ve içsel konular. Örneğin hayatı dürüstlükle geçmiş bir insanın dürüst olmayan kararlar alma ihtimali daha düşüktür. Eldeki işin kendisi ile ilgili kararlarda ise referanslarınız, hem bilginiz ve daha önceki yaşanmışlıklarınız hem de geleceğe yönelik öngörüleriniz olabilir.

Doğru yanlış göreceli kavramlar ama bu iki unsuru birleştirdiğinizde kendiniz için de eldeki iş için de en iyi kararları vermeniz çok daha olası. Bu düşüncelerimi biraz örneklerle desteklemek için kariyerimin erken döneminde aldığım üç kritik kararı paylaşmak istiyorum.

1980 yılında İngiltere’de Birmingham Üniversitesi Endüstri Mühendisliği’nden mezun oldum. İlk başta Türkiye’ye dönmek istemedim. O yıllarda “auditing” diye bir mesleği Pakistanlı bir arkadaşımdan yeni duymuştum. Hatta sözlüğe bakıp anlamını öğrenmek zorunda kalmıştım.  Bugünün yatırım bankacılığı gibi bir şeydi o zamanlar.

Kariyerimle ilgili şöyle düşünüyordum: bir konuda aşırı uzmanlaşırsam, sonra içinden çıkması zor olur ancak bir uzmanlık olmadan her şeyi yaparım diyerek başarılı olmakta kolay değil. Dolayısı ile mezuniyet sonrası arayışım ikisinin de beraberce olabileceği bir işe yönelikti. Bu anlamda denetim hem bana büyük resmi çok iyi gösterdi, hem de finansmanı, stratejiyi, iş süreçlerine metodolojik ve disiplinli yaklaşmayı öğretti ve beni geleceğe çok iyi hazırladı. Bugün geri dönüp baktığımda, o günkü referanslarım ile hareket etmek ile çok doğru yaptığımı görebiliyorum.

1985 yılı, Özal dönemiydi, Türkiye’ye dönme kararını verdiğimde, iyi hazırlanmış, kendine güvenen, başarılı bir insanın her yerde başarılı olabileceğini, kendi ülkemde başarılı olursam daha mutlu olacağımı düşünüyordum. Seçim yaparken ki referansım bu düşünceye dayanıyordu.

Türkiye’ye döndükten sonra gördüm ki İstanbul gibi ruhu olan, kişisel değerler ve doğal ilişkilerle fark yaratılabilecek bir şehirde yarattığımız sosyal ekosistem manevi olarak çok daha güçlü ve tatminkar olabiliyor. Beni besleyen, destekleyen, heyecanlandıran, güldüren dostlarımın olduğu bir çevrede iş hayatında ilerlemek benim için çok doğru kararmış. Bu maddesel başarıyla ölçülemeyecek bir şeydi. Dolayısıyla bu kararı da iyi ki almışım diyorum.

Son olarak, 1987 yılı, Özal’ın en iyi zamanları, ben 30 yaşındayım ve her hafta yeni bir iş teklifi alıyorum. Yıldızımın böyle parladığı bir dönemde, nasıl oldu da yarı batak bir devlet bankasına düştüm? Çünkü o günkü şartların zorluğunun da etkisiyle banka batıyormuş ama benim haberim yoktu. Benim için çılgın bir tecrübe oldu. Banka 87 yılında, günde 2 milyon dolar zarar ediyordu. Ekibimde 120 kişi var, mali işler grup müdürüyüm ve genel müdür yardımcısını ayda bir görebiliyoruz. Genel müdüre bir şey anlatabilmek için kapısında dört beş saat bekliyorum. Günde ortalama 4-5 saat uyuduğum, 18 yıla bedel bir 18 ay geçirdim.

Böyle bir işi tercih etmek için referansın neydi diye merak edebilirsiniz. Malcolm Gladwell’in Outlierskitabını okuduysanız, meşhur 10 bin saat kuralını biliyorsunuzdur. En az 10 bin saat pratik yapmanızın yaptığınız işte büyük fark yaratmanızı sağlayacak çok önemli bir unsur olduğunu savunur. Bu devlet bankasında çalışmalarım; getirdiği korkunç iş yükü ve zorlukları, her şeyi iş üzerinde öğrenmeniz, yaptığınız her şeyin başkaları tarafından sorgulanması, her türlü insanla çalışabilme ve makamınızdan gelen gücünüz yerine kişisel becerileriniz ile etki yaratma ve değişimi tetiklemeye odaklanma mecburiyetleri ile benim iş lideri olma yolculuğumdaki en önemli 10 bin saat oldu. En nihayetinde bugün aslında geriye baktığımda eşsiz bir deneyim yaşamışım diyorum.

Referansla hareket etmenin önemini böylece anlatmaya çalıştıktan sonra bu karar verme konusuna bir de başka açıdan bakmak istiyorum.

Benim özümlediğim kadarıyla hemen hemen her kararımızda önümüze iki seçenek çıkıyor: Doğru olanı seçmek veya uygun olanı seçmek.

İki seçeneğimiz var: Doğru olanı seçmek
veya uygun olanı seçmek.

Uygun olanı seçmek, adı üzerinde; o an için en risksiz, kolay, rahat anlatılacak ve kabul görecek daha kısa vadeli düşünmenin ürünü olan yol. Bu yol daha çok ortalama insanın gittiği yol. Bugünü değerlendirdiğimde, popülizmin de artmasıyla maalesef dünyada her alanda uygun olanı seçmek abartılı boyutta tercih edilen bir seçenek oldu. Doğru olanı seçmek ise geleceğe yönelik kendi doğru referanslarına inanan, bunlara tutkuyla yaklaşan, cesaretli ve sıra dışı insanların tercih ettikleri yol. Adet olarak fazla olmasalar bile bu kişilerin ve kararların hayatımıza etkisi yüksek oluyor. Karar verirken doğru bildiğinizin uygun olanları ezici üstünlükle yenmesi uzun vadede bizleri daha mutlu ve başarılı yapacaktır. Buna inanıyorum.

Bütün bunların sonunda naçizane önerim gelin her zaman büyük resme bakalım, kararlarımızda doğru referansları kullanalım, tutkuyla, cesaretle ve özveriyle hedeflerimizin peşinden koşalım. Çünkü vasatlığın cenderesinden ancak bu şekilde kurtulabiliriz.

Agah Uğur
YAZAR HAKKINDA

Agah Uğur

Agah Uğur, Borusan Holding Yönetim Kurulu Eski Üyesi.