Uçan Balığın İzinde Bir Van Macerası

Borusan Macera Kulübü, soyu tükenme tehlikesi altında olan inci kefalinin hikayesini öğrenmek üzere yola koyulur. Büyük İskender’in cenneti Nemrut Krater Gölü’nde nefes kesen bir macera ve fantastik bir Van deneyimi.

2107

Soyu tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olan inci kefalinin izinden düşüyoruz yollara…

Belki pek çoğunuz yurdumuzun bu müstesna balığının hikayesini duymamışsınızdır. İnci kefali, Van Gölü’nde yaşayabilen tek canlı türü ve soyu tükenme tehlikesi altında. Van Gölü’nün tuzlu ve sodalı suyu, inci kefalinin üremesine olanak sağlamadığı için her yıl Nisan – Temmuz ayları arasındaki üreme döneminde akıntının tersine yüzerek dereye ulaşıyor ve yumurtalarını bırakıp göle geri dönüyor. Büyük bir azimle akarsuların tersine yüzmesi, karşısına çıkan kayaları zıplayarak geçmesi ve metrelerce yükseğe sıçraması nedeniyle Uçan Balık olarak da anılıyor! Adeta bir evrim harikası!

Uçan balık inci kefali, Van’ın doğal ve kültürel bir mirası. Bu muhteşem canlının hikayesini öğrenmek için biz de düştük yollara. Bu esnada da Van’ın hiç duymadığımız bilmediğimiz güzelliklerine hayran kaldık.

Uçan balık inci kefali, Van’ın doğal ve
kültürel bir mirası.

VAN’IN OLMAZSA OLMAZ KAHVALTISI

İlk durağımız meşhur Van kahvaltısı için Bak Hele Bak Yusuf Konak Kahvaltı Sarayı oluyor. Bizi burada Van kahvaltısının mucidi Yusuf Amca karşılıyor. Masamız hazırlanana kadar Yusuf Amca, binbir çeşit esprileri, hikayeleri ve bilmeceleriyle neşemize neşe katıyor. Yusuf Amca’nın dilinden düşürmediği “Bak Hele Bak, eğitim şart” sloganı hepimizin çok hoşuna giderek dilimize pelesenk oluyor. Meşhur Van Kahvaltısı onlarca farklı lezzetle önce gözlerimize ardından midemize şenlik yaşatıyor. Van’ın kendine has tatları olan otlu peyniri, un yumurta ve tereyağı karışımıyla yapılan murtuğası ve Urartular zamanında askerlerin uzun savaşlarda besin olarak tükettikleri, buğdayın kavrularak öğütülmesi sonucu oluşan unun, yağ ile karıştırılarak servis edildiği kavutuyla bambaşka bir kahvaltı deneyimi yaşıyoruz.

AH TAMARA!

Enerjimizi yükselten harika bir kahvaltının ardından Akdamar Adasını keşfe çıkıyoruz. Rivayete göre bu adada yaşayan keşişin Tamara adında çok güzel bir kızı vardır. Çevre köylerden bir genç, gönlünü bu kıza kaptırır ve kız da bizim gence vurgundur. Tamara, her gece elinde bir lambayla yerini belli ederek genci bekler ve bizim aşık genç de karanlık sularda ışığı takip ede ede yüzerek adaya ulaşır. Ardı arkası kesilmeksizin her gece buluşmaları devam eder ve genç, gün aymadan tekrar yüzerek geri döner. Bunu öğrenen keşiş çok sinirlenir, deliye döner ve aşıkları ayırmak için bir plan hazırlar. Keşiş, fırtınalı bir gecede elinde fenerle sürekli yer değiştirerek genci boşa yüzdürür. Fırtınanın etkisiyle dalgalar iyice sertleşir ve fener ışığını takip eden genç, gücü tükenip de sulara gömülürken son nefesiyle “Ah Tamara” diye haykırır ve sesi yankılanarak Tamara’ya kadar ulaşır. Aşığının feryadını duyan Tamara’da kendini suya atarak boğulur. Ve aşkları Van Gölü’nün derin sularına gömülür. Bugünden sonra adanın adı “Ahtamara”, “Ahtamar” ve “Akdamar” olarak günümüze ulaşır.

Adadaki Akdamar kilisesi 900’lü yıllarda yapılmış, ilk zamanlarında saray kilisesi olan yapı daha sonra manastır kilisesi haline getirilmiş. Kilisedeki onlarca farklı figür ve tasviri büyük bir hayranlıkla inceleyip fotoğraflarımızı da çektikten sonra keşfimizi tamamlayıp kendimizi Van Gölü’nün sodalı sularına bırakıyoruz.

Van Gölü yapısı bakımıyla dünyanın en büyük sodalı, Türkiye’nin de en büyük gölü. Suyun sodalı olması nedeniyle ellerinizde ve vücudunuzda bir kayganlık hissediyorsunuz. Pırıl pırıl olan cam gibi suda, ada manzarasına karşı yüzerek hem ruhumuzu besleyip hem de bedenimizi dinlendirdikten sonra saatin de ilerlemesiyle birlikte kamp alanına ulaşmak için yola koyuluyoruz.

Van Gölü, dünyanın en büyük sodalı,
Türkiye’nin de en büyük gölü.

MACERA İÇİNDE MACERA

Havanın kararmış, dağ yolunun da yüksek, dik ve derin yamaçlara sahip olması nedeniyle yavaş ve dikkatli bir şekilde kamp alanına varıyoruz. İki ayrı araç halinde geldiğimiz diğer araçtaki iki arkadaşımızdan, varışımız üzerinden bir saat geçmesine rağmen haber alamıyoruz. Şehirden uzakta ve dağların arasında olduğumuz için telefon çekmiyor. Bir araç arama yapmaya çıkıyor. Bu arada sandalyenin üzerine çıkıp telefonu olabildiğince yukarı kaldırdığımızda sinyalin çok düşük seviyede gelip gittiğini fark etmemizle birlikte Jandarmayı durumdan haberdar ediyoruz ve Afad ile birlikte devreye giriyorlar.

Yaklaşık beş saat sonra haber alamadığımız arkadaşlarımıza ulaşabiliyor ve girdikleri yanlış yolda toprağa saplandıklarını, saplanmış oldukları yeri saatlerce kazarak çıkabildiklerini ve jandarmayla buluşmak üzere şehir merkezine döndüklerini öğreniyoruz. Jandarma ve Afad kendileriyle hatıra fotoğrafını da çektikten sonra tekrar yanımıza ulaşmak üzere yola koyulduklarında bu sefer de tekerlekleri patlıyor ve tüm olumsuzluklara rağmen yanımıza ulaşıyorlar. Arkadaşlarımızın da gelmesiyle hepimiz keyifleniyor ve daha ilk geceden yıllarca unutulmayacak bir anıya imza atıyoruz.

Sözün özü; böyle bir yolda yolculuk yapacakların imdat fişeği, kürek, fener ve telsiz gibi araçları yanlarında bulundurmaları hayati önem taşıyor.

BÜYÜK İSKENDER’İN CENNETİ: NEMRUT KRATER GÖLÜ

Yeni güne uyanmamızla birlikte kamp alanının güzelliğinin farkına varıyoruz. İki göl arasında, dört tarafı dağlarla çevrili bir doğa harikasının tam ortasındayız. Ilıgöl manzarasına karşı hazırlamış olduğumuz kahvaltımızı yaptıktan sonra Nemrut Dağı zirvesine hiking yapmak için hazırlıklarımızı tamamlayıp yola koyuluyoruz. Öncelikle buhar bacalarını görmeye gidiyoruz. Kayaların arasından çıkan sıcak buharı gördüğümüzde şaşkınlığımızı gizleyemiyoruz, adeta doğal bir sauna.

Buhar bacaları, kayaların arasından çıkan
sıcak su buharıyla adeta doğal bir sauna.

Yaklaşık üç saatlik zorlu tırmanışın sonunda 2950 metrelik zirveye ulaşmanın mutluluğu ve heyecanı iliklerimize kadar işliyor. Tüm detayıyla eşsiz benzersiz bir doğa harikası olan Nemrut ayaklarımızın altında! İki saatlik inişimizin de ardından tatlı yorgunluğumuzu “Büyük İskender’in Cenneti” olarak da bilinen Nemrut Krater Gölü’nün buz gibi sularında atıyoruz. Dünyanın ikinci, Türkiye’nin de en büyük krateri olan Nemrut Krater Gölü, volkanik bir patlama sonucunda oluşmuş. Anıldığı gibi adeta yeryüzünde bize cenneti yaşatıyor. Kamp alanına döndükten sonra akşam yemeğimizi yiyor, ateşimizi yakıyor, şarkılar ve hikayeler eşliğinde dinleniyoruz.

BEKLENMEDİK BİR MİSAFİR: BOZ AYI

Saatin gece yarısını geçmesiyle birlikte karanlıkta yalnızca ışıklarını görebildiğimiz, 50 metre aşağımızdaki grupta bir hareketlilik oluyor. Ardından bize doğru gelip bir boz ayı gördüklerini ve yakına bıraktıkları yiyecekleri ayının alıp götürdüğünü söylüyorlar. Çevrede ayıların olduğu rehberlerimiz tarafından birçok kez anlatılmıştı fakat şimdi yakınlarımızda olduğunu bilmek hem bir tedirginlik hem de heyecan yaşatıyor. Kokuya çok duyarlı hayvanlar olduğu için, yiyeceklerimizin ağzını sıkıca bağlıyor ve kalanları da uzak bir alana bırakıyoruz. Hiçbirimiz karnı aç bir ayıyla karşı karşıya gelmek istemeyiz sanırım. Aşağı gruptaki hareketlilik gece boyunca birkaç defa tekrarlıyor. Muhtemelen ayı dostumuz yemek bulduğu alanı çok seviyor ve etrafından uzaklaşmıyor. Biz de közde kahvelerimizi içerek gecemizi tamamlıyoruz.

İNCİ KEFALİNİN AZMİ

Son günümüzde Erciş Balık Bendi’ne giderek, Van YYÜ Su Ürünleri Fakültesi Dr. Öğretim Üyesi Mustafa Akkuş hocamızdan nesli tükenmekte olan inci kefalinin hikayesini dinliyoruz. Özellikle üreme döneminde kaçak avlanan balıkçılar yüzünden inci kefalinin nesli tükenme tehlikesiyle karşı karşıya kalıyor. Yumurtalarını tatlı sulara bırakmak için yola koyulan çılgın inci kefali, önüne çıkan hiçbir zorluğa aldırış etmeden azimle akarsuların tersine yüzüyor. Karşısına çıkan engelleri aşmak için defalarca kez tekrar tekrar atlıyor, zıplıyor, uçuyor. Durmadan, yemeden, içmeden inandığı yolda azimle ilerliyor ve hedefine varıyor.

Belli ki bizim de ince kefalinden öğrenecek çok şeyimiz var: Onlarca, belki yüzlerce defa korkmadan tekrar tekrar denemek, bir inci kefali misali azmederek zafere ulaşmak!

Burak Türe
YAZAR HAKKINDA

Burak Türe

Burak Türe, Supsan’da Bilgi Teknolojileri Uzman Yardımcısı. Yaptığı her işe ruhunu katan, hayallerini gerçeğe dönüştürmek üzere yaşayan, öğrenmeye ve öğretmeye tutkulu bir eğitim gönüllüsü, teknoloji aşığı bir fütürist.