Üniversiteden mezun olduğumda mühendislik ve ArGe alanında akademik kariyer yapmak istememin çok nedeni vardı. Diğer bir neden ise satış odaklı iş dünyasının kimi zaman göz boyayıcı olabilen mizacından kaçınmak istememdi. Temel bilimlere dayanan ve elle tutulur araçlar üreten teknoloji işleri, hiç şüphesiz süslemeye mahal vermeyen hakiki bir dünyaya ait olmalıydı. Çok geçmeden bu varsayımımı sınadım. Üniversite laboratuvarından başlayan, TÜBİTAK destekli projelerden kurumsal teknoloji departmanlarına, Silikon Vadisi start-up şirketlerinden İstanbul girişimlerine uzanan bir gözlem yaptım.
Nihayet ister üniversite ister sanayi olsun ister Silikon Vadisi ister İstanbul, günümüzün profesyonel mühendislik ve ArGe işlerinin de satış-pazarlama dokunuşundan muaf olamayacağını anladım. Nasıl olsun? Üretilen her şeyin (bilgi, ürün, yardım, hizmet, veri) değerinin ya satılabilirliği ya da satılan bir şeye dönüştürülebilirliği ile biçildiği ekonomik gerçeklikte tabi ki bilim, bilgi ve teknolojinin de satış değerini arttırmak için uğraşacağız.
Öte yandan, bu uğraşın bir yan etkisi olarak birer popüler terime dönüşen “teknoloji” ve “inovasyon” biraz anlam kaymasına uğradı. Bu durum kimi zaman kafa karıştırıcı, dolayısıyla tedirgin edici olabiliyor. Bu tedirginlik, bazen bilgi kalabalığı içinde kaybolma duygusu, gerçek değer ile parlatılmış değer arasındaki farkın gittikçe daha zor ayırt edilebilir olması, bazen fırsatların cüssesi ile boy ölçüşemeyen kaynakların sınırlılığı, çoğu zaman rekabette geri kalacak olma kaygısı şeklinde tezahür ediyor.
Teknoloji ve inovasyon kavramları anlam kaymasına uğradı.
Bu tedirginliği verimliliğe çevirmek için teknolojik inovasyon ekosistemindeki oyuncuların nasıl mücadele ettiğini gözlemleme gayretindeyim bir süredir.
Dikkati çeken ilk şey, herkesin bir yerinden tutmak istediği teknoloji, inovasyon, dijitalleşme hakkında iletişim yapan kişi ve kurumlar arasında bu terimlerin ne ifade ettiğine dair ortak bir anlayış, ortak bir dil bulunmuyor. Türkiye Teknoloji Geliştirme Vakfı’nın Xnovate Circle programı kapsamındaki tartışmalar için ortaya konulan bir soru, doğrudan bu ortak dil yoksunluğuna değiniyor. Soru şu: İnovasyon ile direkt ilgili olmayan departmanların inovasyon denince aklına ne geliyor? Doğru algı nasıl oluşturulabilir ve doğru algı oluşturmanın faydası olur mu?
Teknoloji iletişimi yapan kurum ve kişiler arasında ortak bir dil bulunmuyor.
Bu soru, güvenilir çıktılar ile desteklenecek titiz bir araştırma hak etse de benim halihazırda paylaşmak istediğim şahsi kanaatlerim var. Teknoloji veya inovasyon konusunda, bırakın farklı departmanları, aynı departmanda çalışan farklı kişilerin bile algısı farklı. Ortak ve doğru algı oluşturulabilir ise, bunun faydası çok ama çok büyük olur. Çünkü bu süreçlerin toplumsal faydaya dönüşmesi için hummalı bir iş birliğine ihtiyaç var: Bir işletmeyi aktif kılan istisnasız bütün bireyler arasında bir iş birliği. Birbirinden çok farklı düşünce yapısı veya aktivitelere sahip olsalar bile, tüm çarkların tek ve net bir misyona doğru dönmesi gerekli.
İNOVASYONUN PEK ÇOK TÜRÜ VAR
Şu popüler terimler konusunda açık bir anlayış oluşmalı. “Teknolojik inovasyon”un ekonomik veya toplumsal yarar sağlayan yegâne inovasyon biçimi olmadığı konusunda hemfikir olalım. Teknolojiye dayalı olan inovasyon, en meşakkatli ve en yüksek bütçeli inovasyon biçimi sayılabilir elbette, ancak bir şirketin stratejisine uyumlu olabilecek tek inovasyon biçimi olduğu da söylenemez. Sadece iş modeli inovasyonu ile başarıya ulaşmış şirket örneklerinin sayısı o kadar fazla ki. Netflix’in Blockbuster’ı devirmesi, Uber’in taksicilerde isyana neden olmasının temelinde “teknolojik inovasyon”dan ziyade, “iş modeli inovasyonu” yatıyor. Bu girişimler sundukları yeni iş modelini işler kılmak için dijital teknolojiyi kullandılar, ama nihayetinde kullandıkları teknoloji halihazırda var olan, yıllardır da kullanılmakta olan bir araçtı. “Teknolojik inovasyon”un ifade ettiği gibi yeni bir teknolojiyi ekonomiye kazandırma sürecini bu örneklerde göremiyoruz.
Teknolojik inovasyon fayda sağlayan yegane inovasyon biçimi değil.
İkonlaşmış bir örneğe dönüşmüş iPhone ise hem “tasarımsal inovasyon”un hem de “iş modeli inovasyonu”nun nimetlerinden pay almış bir girişim olduğu söylenebilir. Belki de bu kombinasyon sayesinde bu denli ikonlaşmış bir başarı öyküsüne sahiptir.
“Teknolojik inovasyon”a gelince, Managing Technological Innovation kitabının yazarı Frederick Betz’in de tanımına göre, araştırma aracılığı ile doğa bilimlerinden fayda üretimine uzanan, bu faydayı ekonomik bir değere ve işe yarar hale dönüştürmek ile noktalanan bir süreç. Bir diğer deyişle, daha önce mümkün olmayan bir teknolojiyi hayata geçirmek, ardından bu teknolojiden para da kazanabilmek. Buluşlar, yeni malzemeler, patentlenebilir ürünler… Diğer tür inovasyon süreçlerine göre daha ender gerçekleşen, ama uzun vadede hepsinin temeli olan bir süreç.
Hello Tomorrow derneği ve BCG’nin geçen sene ortak yayınlamış olduğu “From Tech to DeepTech” başlıklı raporda, dijital teknolojilerin mümkün kıldığı iş modeli inovasyonunun dünyada bir doygunluğa ulaşıldığı yazıyor. Önümüzdeki dönemde temel bilimlere dayalı teknolojik inovasyon süreçlerini izleyen şirketlerin yükseleceğini belirtilmiş. Var olan dijital araçlardan ziyade bilimsel araştırma sonucu gelişen imkanlar ile ortaya çıkan bu tür inovasyon raporda “DeepTech” olarak anılmış. Dünyanın aciliyet kazanan ihtiyaçları (enerji, sağlık, çevre, vb.) DeepTech’e dayalı teknolojik inovasyonu gerekli kılıyor. Tabii takvim üstünde incelediğimizde, DeepTech’e dayalı inovasyon, başarıya çok daha uzun sürede ulaşan bir süreç. Üstelik çok daha büyük sermayeye ihtiyaç duyuyor. Türkiye olarak hem zaman konusundaki toleransımız hem de sermaye varlığımız ile bazı yetersizliklerimiz olsa da teknolojik inovasyonu anlamak için çabadan kaçınma lüksümüz yok. İşe bu alanda ortak algı edinmek ile başlayabiliriz.
Dünyanın enerji, sağlık, çevre gibi acil ihtiyaçları DeepTech’e dayalı teknolojik inovasyonu gerekli kılıyor.
Teknolojik inovasyonu mümkün kılan mühendislik çalışmaları, somut, fiziksel dünyayı (doğayı), soyut, matematiksel dünyaya veya yine soyut sayılabilecek nano-ölçekteki dünyaya taşır. Gerçek problem ve ihtiyaçları bu dokunamadığımız dünyalarda çözüme ulaştırır. Teknolojik inovasyon dediğimiz süreç, bu çözümlerin daha önce ulaşılabilir olmayan, yeni araçlar ile sağlanması olarak kabul edilebilir. Bence bu süreç hakkındaki en doğru algı için süreci icra edenlerin ta kendisinde saklı: Bilim insanları ve mühendislerde.
Yazının devamına bu bağlantıdan ulaşabilirsiniz.